Sazların Dili

Bir kopuz çalıyordu
Ötüken’de, Tanrı Dağı’nda
Baykal coşuyor, Ural şahlanıyordu
Orta Asya’yı, Türkistan’ı anlatıyordu bana

Bir tar çalıyordu
Hazar kıyısında
Ayrılık türküsü Çeçenya’da, Abhazya’da
Şeyh Şamil’in duası kulaklarımda

Bir saz çalıyordu
Erciyes’te, Kars’ta
Vurunca mızrabın tellerine
Anadolu kokuyordu

Bir ney çalıyordu
Yanık yanık
Hacı Bektaş, Yunus, Mevlana
Sema yapıyordu bulutlarda

Bir kemençe çalıyordu
Hırçın dalgalarda,
Buğulu ormanlarda
Horon tepiyordu uşaklar
Kümbet, Sis Dağı, Zigana’da

Bir kaval çalıyordu
Çamlıbel’in yamacında
Kızılırmak gibi çağlıyordu
Âşık Veysel diyarında

Ve bir kös vuruyordu
Ardından
Mehteran Tuna’yı, Estergon’u
Akıncı dedelerimi anlatıyordu bana

Güney ÇATALBAŞ – Hayrettin POLAT

Beş Dakka

Bir çocuk köşe başında
Elleri nasırlı mı nasırlı.
Kar yağıyor yamalı abasına.
Bakışları derin, dalgın
Sönmüş umutları...
Parmakları görünüyor mosmor
Delinmiş kara lastikten.
Kara günler gibi karamış elleri
Yağdan, pastan, kirden.
 
Henüz altısı mı, yedisi mi ne
Gözlerindeki yorgunluk altmışında
Yüklenmiş sırtına besbelli
Acımasız hayatın çileleri.
 
Yandaki fırına ilişmiş gözleri,
Buğulu ekmek kokusu
Sarmış her yanı...
Ne var ki ona düşen
Dünden kalan bayatlar.
 
Seyreder boynu bükük
Babasıyla geçen çocukları.
Dalar, dalar boş dünlere
Tutulmamıştı ki hiç elleri...
 
Beşikteydi henüz
Babası verirken son nefesini.
Ne sevinmişti halbuki
Ellisinde baba olunca.
 
Yaman ustaydı hayattayken
Ahmet usta...
Geniş omuzlu, koca yürekli,
Bütün sanayinin babası
Babacan Ahmet, yiğit adam.
 
Ya şimdi...
Merdiven altında
Kuytu bir evde
Yaşlı, döşekte bir kadın
Ve yetim Osman...
 
Donmuş bakışlar köşe başında.
Yok hatırlayan şimdi,
Babacan Ahmet'i
Kol kanat germişti
Nice yoksula, yetime.
 
Ya yetim Osman
Paçavra bir pantolon,
Asit dökülmüş bir kazak,
Lastikten çıkan parmak,
Başka nesi var ki...
Ve umutları, yarına ertelenen
Babacan oğlu yetim Osman.
Parlamış mavi gözleri,
Yağlı yüzünün ardından.
Dalmış gitmiş hülyalara,
Koşmuş bulutlara, bakışlarıyla.
 
Bir hayali vardı sadece
"Anam rahat nefes alsa"
İstemez dünyadan başka şey.
Nefes veren tüpü bir alsa
O zaman görün
Dünyadaki insanları,
Ve Yetim Osman'ı.
 
Ah bir el uzansa,
Anacığına nefes olsa.
Lâkin öyle pahalı
Öyle pahalı ki hayat
Ucuzlamış kafalarda.
Bayat ekmek bekler
Buğulu sokaklarda.
 
Köşe başında bağdaş kurmuş
Karlar üstüne,
Bakar bulutlara yetim gözleri
Babacan Ahmet belirir
Bulutların içinden.
Uzatır ellerini
Tebessümle selamlar
Yetim Osman'ı...
Şükreder yetimliğine,
Öksüz olmak da var hayatta.
 
Her gün anasına götürse
Bir yanık ekmek
Altı aya kalmaz alırdı
Nefes açan tüpü...
Akşamları yollarda
Cam da silerdi,
Mendil de satardı.
Beş aya kalmaz
Alırdı belki de...
Beş ay, evet beş daha
Sıksa anacığı dişini...
 
Köşe başında Yetim Osman
Hayalleri kadar zengin.
Elinde dal parçası
Çiziyor toprağı
Hayal kuruyor akşam ayazında.
Bayat ekmek iki saat sonra...
Ara sıra babasıyla vedalaşıyor
Bulutlarda...
Uykusu gelmiş derinden
Dizine çıkan morluktan habersiz.
Köşe başında hissiz Yetim Osman.
Bir yaşasa anası
Beş ayca dayansa bir...
 
Biri yaklaşıyor köşe başına
Ağır ve sessiz
Bir şeyler fısıldıyor kulağına:
-Başın sağ olsun Osman
Son kez bakıyor bulutlara
Babasına, anasına...
 
Sonra...!
Beş ay değilmiş hayat
Hepsi beş dakka...
O şimdi öksüz Osman
Hayalleri kadar zengin
Gidiyor son yolculuğa.
Kısa sürdü öksüzlüğü
Hepsi beş dakka...
 
10:30 20/06/2002
Hayrettin POLAT

Çanakkale Şehitlerine

Kaplumbağanın sırtında gördüm Çanakkale’yi
Kabuğunda çatlaklar, şarapnel parçaları,
Bir çınarın dibinde ağır aksak yürüyordu.
Sırtında öylesine ağır bir yük taşıyordu ki,
Canlı bir tarih yürüyordu adeta.
Destan destan Anadolu’m kokuyordu,
Ninemin gözyaşı nem nem işlemişti kabuğuna.
 
Kaplumbağanın sırtında gördüm yeleli aslanları,
Henüz kaşı kadar terlememiş bıyıkları.
Kaplumbağanın sırtında gördüm kızları, kızanları;
Bir testi ayranla cepheden cepheye koşanları.
Kaplumbağanın sırtında gördüm haykıranları:
“Sağ kolumu kaybettimse sol kolum var.” deyip
Kargalara vasiyetini yazdıranları. 
 
Sordum:
- Halin nedir böyle,
Çok mu yaşlısın söyle?
Bir sohbettir başladı
O söyledi, ben dinledim:
 
-Hey oğul, hem yaşlı hem de yorgunum;
Irak yoldan, uzun zamandan gelirim.
 
- Nerden ne zamandan gelirsin?
Ömrün uzun ki bunu söylersin,
Anlarım ki bir dinleyen istersin.
 
- Sırtıma iyi bak,
Bak da gözünde canlansın anlattıklarım:
 
Sabahın ilk ışıkları boğazın üstünde…
Pembeler, maviler, yeşiller parıldıyordu.
Büyük bir gürültü yürekleri hoplattı.
Gök gürlemedi, ne ola ki acaba?!
Her yeri alev almış, toz sarmış
Koca koca demirlerden ateş yağdı üstüme
Bak, şu sağ yanımdaki şarapneli görüyor musun?
Kaplumbağanın sırtında gördüm Gelibolu’yu…
Alev alev yanmakta her yer
Bebelerin çığlıkları çınlıyor kulaklarımda.
 
Kaplumbağanın sırtında gördüm Kocaçimen’i
Mustafa Kemâl, siperden çıkarıyor neferleri,
Üç adım ileride düşman kefereleri,
Yürümüyorlar, uçuyorlar sanki Türk erleri !
“Allah Allah” nidaları inletiyor gökleri,
Bir elde Kur’an, dillerinde ezan,
Bir sel olmuş akıyor ölümüne!
Bu toprak neden kırmızı sanki?!
Şahadet fışkırıyor inan ki!
Bayrak olmuş yükseliyor göndere,
Biri düşürüyor biri kapıyor, düşürmüyor yere…
 
Kaplumbağanın sırtında gördüm Sebd-ül Bahir’i
Yahya Çavuş bir orduya gem vurmuş
Beş on yiğit ile elele.
Denizleri mavi bilirdim
Bu deniz neden kızıl ki?!
Gözlerim doluyor yavaş yavaş.
Lokmalar…
Lokmalar düğümlenir oldu boğazımda…
Rahat uyuyun yiğitler
Rahat uyuyun yurdun bağrında…
 
Kaplumbağanın sırtında gördüm talebeleri,
Altı körpe kuzu gelmişler bir araya
Altı yüce dağ oluvermiş, saldırıyor düşmana…
Bir türkü tutturmuşlar yer gök inliyor:
“Bu toprağı Türk’ün kanı yoğurdu
Anam beni bugün için doğurdu.”
Altı değil altmış milyon sanki
Kalem değil ellerindeki kurtuluş meş’alesi.
Mevzîlerin üstünden kanatlanıyor
Silahlar kırılıyor göğüslerinde
Türküyle koşuyorlar ölüme
Altı yiğit tebessümle içiyorlar şerbeti,
Altısı birden kavuşuyor şahadete;
Ardınca açılıyor cennet kapıları altı talebe yiğide…
 
Kaplumbağanın sırtında gördüm merhameti,
Cephelerin arası sekiz adım var, yok.
Bir İngiliz nefer yaralanmış, yatıyor.
Mermiler sinek uçurmuyor havada,
Bir feryat koptu her yanda
Neler oluyor öyle?
Biri siperden çıkmış gidiyor, neferin üstüne
Kimse nefes almıyor
Dünya mı durdu yoksa ?!!!
Kefeni sırtında bir yiğit omuzladı neferi,
Kalpler yuvalarından fırlarcasına atıyor
Gözler tetikte çakmak çakmak bakıyor.
Öylesine sessizlik var ki kuşları kıskandırır.
Yürümeye başladı silahsız yiğit düşman siperine,
Yerine yatırdı, binbir bakış arasında
Sırtını döndü, uzandı, silahını aldı
Merhametiyle yükseltti yüce vatanı…
 
Kaplumbağanın sırtında gördüm GAZİLERİ
Kaplumbağanın sırtında gördüm ŞEHİTLERİ
Kaplumbağanın sırtında gördüm ANADOLU’YU
Kaplumbağanın sırtında gördüm
Bayrak bayrak kokan yurdumu !...
 
Ruhunuz şad olsun.
2001- Kocaali Sevgi Kampı
Hayrettin POLAT

Suskun Türküler

Her türkünün bir öyküsü yok mudur?
Sorsam bilen var mıdır?
Dilden dile dolaşır da ulaşır bize türküler...
 
Hele bir sorayım, Kızılırmak ne söyler:
Ey Kızılırmak, bir konuş da duyulsun hikâyelerin.
Tüh... Sen konuşmazsın ki, gönül konuşur türkülerde.
Neden suskunsun sanki anlatsana derdini!
Gözelerine kan mı indi de böyle kızılsın?
Çok mu can aldın; nerede al yazmalı al gelin?
Ah be Kızılırmak konuşsana, konuş diyorum sana!...
Pek de hüzünlü halin var, hazin hazin akarsın...
Öfkelenme, öfkelenme bilirim nice canlar yakarsın...
Anladım... Sen konuşmazsın, türkülere mi küstün?
Sen sus, sen sus...
Türküler konuşur; meramını bilirim türküler konuşur.
Sen sustun be Kızılırmak, türküler gibi sustun...
 
....Kıyında gezinen ceylan değil mi?
Ceylan konuşur belki...
Hey ceylan dur! Bir soluklan hele;
Nere gidersin böyle acele?
Dağlar Kızı Reyhan kimdir bilir misin?
Gözlerin mi doldu; neden şaşkın bakarsın?
Ya Karacaoğlan, ya Yunus nerede?
Nerede türküler, nereye gittiler?
....
 
Hey ceylan ağlama dur... Dayanamam ki...
Git be ceylan, dağlara, yalçın kayalara çık.
Çık, çık da seslen:”Türküler nerde?”
Öykülerin unutulur oldu, anlatsana!
Gelin Kayası’nda ağlayanları anlat,
Üstüne yakılan türküleri anlat,
Sevdalıları, Leyla ile Mecnun’u anlat,
Ferhat’ın dağları delişini anlat,
Unutulan türküleri, ağıtları anlat,
Anlat işte!...
Anlatsana yüreğin mi burkuldu?
Anlat, anlat diyorum sana!
 
Dur.... Sakın ürkme, kızgınlığım yok sana...
Ne olur, ne olur gitme... Anlat bana.
Gözlerini kaçırmasana...
Sen de mi, sen de mi susacaksın?
Peki...
Sus be ceylan; sus da yüce dağlara çık,
Çık da seslen: “Türküler nerde?”
Hadi... Göz pınarlarım doluyor gitsene!
Neden sıçramazsın bilmem ki...
Yanık türküleri mi özledin?
 
....Git be ceylan, hadi git...
Uzaklara, türkülerin söylendiği diyarlara git!
Kim bilir, belki sesini duyarız türkülerin.
Git be ceylan, hadi git.
Sen de git...........
 
31.05.2000
Hayrettin POLAT
Öğretmen - İzci Lideri - SAKARYA