Hayat bir liman Olmadı demir atmaya zaman Çapa dibe vurmadan Liman uzaklaşmış ufuktan
Şiirlerim
Yüreğim Dört Odalı
Yüreğimin dört göz odası vardı
Ben çocukken
Başköşede babam otururdu
Ötekinde uçaklar
Üçüncüsünde halk hikâyeleri
Ve türküler
Dördüncü oda dolar dolar boşalır
Fazla barınan olmazdı orda
Gâh İstanbul sokakları
Gâh padişahlar uğrardı
Bazen de simit satan çocuklar
Neler ve kimler sığdı da o odaya
Öğretmenlerim açamadı o kapıyı
Belki ondan seçtim bu mesleği
Yüreklerdeki şifreyi çözmek için
Zaman geldi aşklarım girdi
Nisan yağmuru gibi
Hepsi bir yol bulup
Çıkıverdi hızlıca
Derken duyguların merkezi
Beyinde dediler
Gelen koştu beynime uçarcasına
O kadar genişti ki
İşin kolayı varmış dedim
Şimdi anlıyorum ki çok şey
Geniş yerde kayboluyor
Yüreğim yine dört odalı
Başköşede hala babam
Her jet geçişi yine sızlatır
İkinci kısmı
Bu uçağı keşke ben yapsaydım diye
Üçüncüde türkülerin yanına
Ülkem sığındı al bayrakla
Artık dördüncü de dolu
Hayat arkadaşım yaşıyor
Bu sefer çıkan yok
Can çıkana kadar
Senin İçin (Bayrak)
(Milli Sembolümüz Güzel Bayrağımız için)
Sen varsan okunur ezanlar
Çifte Minare, Süleymaniye’den
Hoş seda duyulur
Erciyes’ten, Kaçkar’dan
Tengri Dağı bekleşir senin için.
Sen dalgalanmana bak al bayrak
Secde eder senin için toprak
Altay şaha kalmış,
Deli Kür coşmuş
Poyrazlar seni özler Ural’da, Altay’da
Köknarlar gök kubbeyi yırtar
Sana gönder olmak için
Sen dalgalanmana bak al bayrak
Sular senin için akar berrak
Türkistan’da şafak sökse,
Balkanlar’da kuşluk
Toroslar’da düğün olur, bayram olur
Ya bir de seni görse Karakurum
Çıldırır deli rüzgâr, tufan olur senin için
Sen dalgalanmana bak al bayrak
Karakum çorak olur senin için
Seninle uğurladık askere Mehmet’i
Elif’in kurumadan kınası,
Düşmeden toprağa gözyaşı
Cilo’da sana sardılar yiğidi
Bütün ağıtlar, tabutlar senin için.
Sen dalgalanmana bak al bayrak
Mendil olur senin için yaşmak
Kızılırmak sana özenmiş,
Gelin Ayşe suyuna al kına yakmış
Sarılmaz madımak sensiz toprağa
Açmaz sultan nevruz sensiz
Çiğdem boynunu bükmüş senin için
Sen dalgalanmana bak al bayrak
Titreşir senin için cümle yaprak
Giyinmezse gelinler seni
Köprüler küser, ırmaklar coşar
Dokumazsa anam kilime
Türküler küser, kuzular susar
Bütün ilmekler, nakışlar senin için
Sen dalgalanmana bak al bayrak
Kınalı eller ilmek atsın senin için
Hoyrat gönlüm seni görmezse
Kınından çıksın bütün kılıçlar
Kır atım durmaz yaylalarda
Yılkı olur, yıkar bütün cihanı
Çelik gemler kopar senin için
Sen dalgalanmana bak al bayrak
Fırlatılsın senin için mızrak
Toprak vermezse bir gün başak
Bil ki bu senin için
Yatmışsa bu diyarda bir Mehmet
Binlercesi doğar senin için
Kalmazsa yeryüzünde torunlarım
Şüheda fışkırır senin için
Sen dalgalanmana bak al bayrak
Peygamber el açar senin için
30.06.2005
Hayrettin POLAT
Bayrak Kampı-Kocaali
Cahalım
Ben, türkü söylerim kekikler açınca Cahalım, yayla yollarında büyüdüm. Mektep bilmem, medrese bilmem; Türküler bilirim Memed’in Hasan gibi, Elif gibi. Anlamam hiphaptan, zırzoptan Ben türkü söylerim, ninni dinlerim. Ben, türkü söylerim çiğdemler açınca Cahalım, kurnadan içerim suyumu. Kadeh bilmem, şarap bilmem; Türküler bilirim Meyrem gibi, Ercep gibi. Anlamam poptan, hop hoptan Ben türkü söylerim, halay çekerim. Ben, türkü söylerim Kızılırmak coşunca Cahalım, köpüklü ayran içerim maşrapadan. Kafe bilmem, neskafe bilmem; Türküler bilirim Gelin Ayşe, Cemile, Kezban gibi. Anlamam cazdan cuzdan, rep repten Ben türkü söylerim, ağıt yakarım. Ben, türkü söylerim kar çiçeği görünce Cahalım, harmanlarda harmandalı oynarım. Disko bilmem, bar bilmem; Türküler bilirim Karacaoğlan, Köroğlu, Yunus gibi. Anlamam samba da, lamba da Ben türkü söylerim, sema dönerim. Ben türkü söylerim, dağlar dumanlanınca Cahalım, aba giyerim, urba giyerim. Kapşon bilmem, kürk bilmem; Türküler bilirim Iramadan gibi, Haççe gibi. Anlamam pitondan, vizondan Ben türkü söylerim, ısınır içim. Ben türkü söylerim, cenazede düğünde Cahalım işte, Hüznüm de türkü sevincim de. Türkü bilirim, ağıt bilirim; Hacı Osman gibi, Ömer gibi. Ben türkü söylerim, Derdimi dinler Hep anlar beni türküler. Ben cahalım… Ben yağmurum, doluyum. Türküler gibi, anam gibi doluyum Ben Anadolu’yum! Hayrettin POLAT – 09.06.2005
Sevdim Seni
Seni gördüm kapı girişinde
Sarılmışsın annenin eteğine
Ürkek bakışlı ceylan gibi
Sevdim seni kapı şahidim olsun
Pamuk ellerin kalem tutarken
Yamuk yumuk harfler dizilirken
Patikada koşan keçiler gibi
Sevdim seni kalem şahidim olsun
Harita önünde masum bakışlar
Sıralanmış ovalar, yaylalar
Cihanı dolaşan kâşif gibi
Sevdim seni atlas şahidim olsun
Kara tahta başında titrek ellerin
Soru soru bakıyor gözlerin
Davasını bekleyen mahkûm gibi
Sevdim seni kara tahta şahidim olsun
Sevinirdin hikâyelerde türkülerde
Şiir okurdun Yunus dilinde
Gürül gürül akan çağlayan gibi
Sevdim seni türküler şahidim olsun
Duman dumandı gözlerin
Cıgara paketimi yırtarken
Sen çok yaşa der gibi
Sevdim seni cıgara şahidim olsun
Bayrak önünde saf saf dizilirken
Ay yıldız göndere yükselirken
Göklerde süzülen kartal gibi
Sevdim seni bayrak şahidim olsun
Sevdim seni senin sevdiğin gibi
Sevdim seni şiir gibi, türkü gibi
Sevdim seni toprak gibi, bayrak gibi
Sevdim seni ALLAH şahidim olsun
Hayrettin POLAT
07.06.2005
Üç Ezan
Üç gül ektim toprağa, üç ezan açar her seher
Üç ezan çağırır beni, üç yürekten
Cennete, zafere ve mahşere…
Orhan Camii’nden hoş bir seda yayılır Ada’ya
Melekler iner Keremali’ye, Akova’ya
Her sabah takunya sesleri şadırvanlarda
Günahlar nur pak olur Sapanca suyuyla
Ulvî bir göç başlar bütün namazgâhlarda
Dağılır bereket Çark Yolu’na, Uzun çarşı’ya
Unutamam saba ezanlarını hiçbir zaman
Sakarya’da olsam ezan okusam, ezan okusam…
Meçhul bir ezan yayılır ta derinlerden Akova’ya
Geceyi yırtarcasına haykırır: “Uyan Sakarya”
Sûr üflenmeden titreşir toprak, sarsılır dünya
Tozlu Camii üstünde karanlık yıldızlar, parlak ziya
Patates eksen fabrika, tütün dizsen bina biter ya
Taşır mı bu toprak, taşır mı bunca zilleti…
Enkazlar arasından uzanır eller, tutunamaz binlercesi
Kim ekti patatesi bilmem ki!
Unutamam o meçhul ezanı dokuz tahta dizilmeden
Güller diksem Akova’ya mezar taşı yerine,
Bülbül dinlesem dökülen ağıtlar üzerine
Güller diksem, güller diksem, bülbül dinlesem…
Sakarya boylarında yankılanır bir ezan,
Ellerde mavzer, oynar eli kınalı kızlar
Şehitler seslenir Geyve Boğazı’ndan Anadolu’ya:
“Kalmak için gelmedik, göç etmek ister gönlümüz,
Anamın ekmeği tüter burnumda hasret hasret.”
Süngülerle zafer yazılır nehrin köpüklerine
Oynaşır yıldızlar, sevişir dalgalar yakamoz yakamoz
Sapanca’dan abdest alır Keremali, secdeye varır
Toprak olsam, su olsam, türkü olsam,
Okunsam, okunsam ezanların ardından…
Üç ezan duyarım Sakarya semalarında her seher
Üçü de çağırır beni: “Cennete, cennete, cennete…”
Hayrettin POLAT – 2004
Bir Ben Kalmışım
Suskunum bu gece Yakamozlar gibi suskun Patiska gibi unutulmuş, Pazen gibi itilmişim. Dövende ezilmiş Değirmen taşına çekilmiş Bir ben varım, Bir de buğday tanesi. Bulutlar kadar şekilsiz Şiirler kadar anlamlıyım bu gece Bir ben varım Bir de Kafkas türküleri Yıldızlar duacı, Yunuslar hüzünlü Bir ben varım Bir de hışırtılı dalgalar. Yılda bir haftayı bekleyen İnanç* gibiyim, Kardelen kadar yalnız Ve zirvedeyim Bir testi ayran uyutmaz beni Serdarbulak’ta dağ keçisi İshakpaşa’da minare gölgesiyim Bakarım yüceden Geçmiş vadilere Ne türküler kalmış, Ne de Kafkas kızları Bir ben varım Bir de bam teli Erciyes fısıldaşır Nemrut’la Ağrı’yla Bir ninni bekler Kafdağı’nın ardından Yanık bir türkü Nahçıvan’dan, Karabağ’dan Çeçen gelinlerin ağıtları Ta derinlerden İlik ilik işler gönlüme Bir ben kalmışım, Bir de türküler bu gece. Hayrettin POLAT - 2004 * İNANÇ, zeka yaşı takvim yaşıyla eşit olmayan bir delikanlıdır. O her yıl Kocaali'deki bir haftalık izci kampını hasretle bekler. Onu hayata bağlayan sadece izci kamplarıdır.
Anadolum
Buram buram tarih kokar Anadolu’m Kahraman mı ararsın, şanlı yurdumda? Ne analar var bizde, bin bir yiğit doğurur Bu toprağı ne sanırsın, kuru bir çamur mu? Koç yiğitlerin kanı sular, Ayşe Nine’nin ter damlası Nakış nakış işlemiş yurdumu... Malazgirt meydan olmadı Alparslan’ı görene kadar... O, kükremiş aslan kadar vahşi! Titrek bir ceylan kadar şefkatli... O konuşunca nutku kesilir milletin Susunca Bizans titrer karşısında. O savaşta muhteşem bir cengâver, Barışta düşmanı sever, affeder... Daha ne yiğitler doğurdu Ak Ninem. Perçem perçem Anadolu olur, Buram buram sıla kokar, Ilgıt ılgıt rüzgâr eser Ta Hazar’dan, Baykal’dan; Türkü türkü işler toprağa... Hey gidi Altın Boynuz, Sana kelepçe takmışlar öyle mi ?!! Çözülmeyecekmiş gibi.... Kız Kulesi, Ayasofya hasretle bekleşir... Meraklanmayın bir yiğit on yedisinde Koca Murat’a meydan okumuş; Kalır mı yirmi birinde Konstantinopolis ?! Tarih görmemiş böyle bir dehayı Yıkılmayan duvarlar varmış, yüce dağ gibi... Bilmezler ki Fatih’in engin fikrini... Bir top yaptırmış, bin bir daha Kalır mı kale, duvar Olur tuz gibi... Kalyonlar tırmanıyor tepeleri Kalyon değil tırmanan, Yeni Çağ’ın ta kendisi. Çiçeklerle karşılanır Fatih Sultan Peygamberin övgüsü, milletin gözdesi Açıyor kapıları Viyana’ya kadar... Daha ne yiğitler doğurdu Ak Ninem. Perçem perçem Anadolu olur, Buram buram sıla kokar, Ilgıt ılgıt rüzgâr eser Ta Tuna’dan, Volga’danTürkü türkü işler toprağa... Kara geceler sarmış dört yanı Her ne meret ararsan saldırmakta Çanakkale’de ateş yağıyor Yağıyor ya nafile, siperler yürekten Çanakkale’de kahraman mı ararsın? Tarihe sığar mı bunca yiğit? Hangisini anlatayım bilmem ki... Koca Seyyid, Yahya Çavuş, Mustafa Kemâl... Şu türküyü söyler daha binlercesi: “Bu toprağı Türk’ün kanı yoğurdu Anam beni bugün için doğurdu...” Hangisini anlatayım bilmem ki Tarihe sığar mı bunca yiğit... Destan destan Anadolu Dünyaya meydan okudu. Daha ne yiğitler doğurdu Ak Ninem. Perçem perçem Anadolu olur, Buram buram sıla kokar, Ilgıt ılgıt rüzgâr eser Ta Seyhun’dan, Ceyhun’dan; Türkü türkü işler toprağa... Anadolu’m ne küskün kaderin var Bin yıllık tarihe, bin cellât el uzatır Tanımazlar ki “Hasta Adam” dedikleri milleti Aç da açık da olsa bu millet Kazma tutar, kürek tutar, süngü tutar Vermez yurdundan bir karış toprak. Sakarya boylarında eli kınalı kızlar, Palandöken’de Nene Hatun Kızıyla, kızanıyla kazandık vatanı Zübeyde Anam öyle bir yiğit doğurdu ki, Çakmak çakmak bakıyor Kocatepe’den, Omzuna yüklenmiş koskoca bir vatan Taşıyor yorulmadan, bıkmadan, korkmadan Yüzyılda bir defa gelen deha İşte Mustafa Kemâl İşte Türk milleti Hayrettin POLAT
Sazların Dili
Bir kopuz çalıyordu
Ötüken’de, Tanrı Dağı’nda
Baykal coşuyor, Ural şahlanıyordu
Orta Asya’yı, Türkistan’ı anlatıyordu bana
Bir tar çalıyordu
Hazar kıyısında
Ayrılık türküsü Çeçenya’da, Abhazya’da
Şeyh Şamil’in duası kulaklarımda
Bir saz çalıyordu
Erciyes’te, Kars’ta
Vurunca mızrabın tellerine
Anadolu kokuyordu
Bir ney çalıyordu
Yanık yanık
Hacı Bektaş, Yunus, Mevlana
Sema yapıyordu bulutlarda
Bir kemençe çalıyordu
Hırçın dalgalarda,
Buğulu ormanlarda
Horon tepiyordu uşaklar
Kümbet, Sis Dağı, Zigana’da
Bir kaval çalıyordu
Çamlıbel’in yamacında
Kızılırmak gibi çağlıyordu
Âşık Veysel diyarında
Ve bir kös vuruyordu
Ardından
Mehteran Tuna’yı, Estergon’u
Akıncı dedelerimi anlatıyordu bana
Güney ÇATALBAŞ – Hayrettin POLAT
Beş Dakka
Bir çocuk köşe başında Elleri nasırlı mı nasırlı. Kar yağıyor yamalı abasına. Bakışları derin, dalgın Sönmüş umutları... Parmakları görünüyor mosmor Delinmiş kara lastikten. Kara günler gibi karamış elleri Yağdan, pastan, kirden. Henüz altısı mı, yedisi mi ne Gözlerindeki yorgunluk altmışında Yüklenmiş sırtına besbelli Acımasız hayatın çileleri. Yandaki fırına ilişmiş gözleri, Buğulu ekmek kokusu Sarmış her yanı... Ne var ki ona düşen Dünden kalan bayatlar. Seyreder boynu bükük Babasıyla geçen çocukları. Dalar, dalar boş dünlere Tutulmamıştı ki hiç elleri... Beşikteydi henüz Babası verirken son nefesini. Ne sevinmişti halbuki Ellisinde baba olunca. Yaman ustaydı hayattayken Ahmet usta... Geniş omuzlu, koca yürekli, Bütün sanayinin babası Babacan Ahmet, yiğit adam. Ya şimdi... Merdiven altında Kuytu bir evde Yaşlı, döşekte bir kadın Ve yetim Osman... Donmuş bakışlar köşe başında. Yok hatırlayan şimdi, Babacan Ahmet'i Kol kanat germişti Nice yoksula, yetime. Ya yetim Osman Paçavra bir pantolon, Asit dökülmüş bir kazak, Lastikten çıkan parmak, Başka nesi var ki... Ve umutları, yarına ertelenen Babacan oğlu yetim Osman. Parlamış mavi gözleri, Yağlı yüzünün ardından. Dalmış gitmiş hülyalara, Koşmuş bulutlara, bakışlarıyla. Bir hayali vardı sadece "Anam rahat nefes alsa" İstemez dünyadan başka şey. Nefes veren tüpü bir alsa O zaman görün Dünyadaki insanları, Ve Yetim Osman'ı. Ah bir el uzansa, Anacığına nefes olsa. Lâkin öyle pahalı Öyle pahalı ki hayat Ucuzlamış kafalarda. Bayat ekmek bekler Buğulu sokaklarda. Köşe başında bağdaş kurmuş Karlar üstüne, Bakar bulutlara yetim gözleri Babacan Ahmet belirir Bulutların içinden. Uzatır ellerini Tebessümle selamlar Yetim Osman'ı... Şükreder yetimliğine, Öksüz olmak da var hayatta. Her gün anasına götürse Bir yanık ekmek Altı aya kalmaz alırdı Nefes açan tüpü... Akşamları yollarda Cam da silerdi, Mendil de satardı. Beş aya kalmaz Alırdı belki de... Beş ay, evet beş daha Sıksa anacığı dişini... Köşe başında Yetim Osman Hayalleri kadar zengin. Elinde dal parçası Çiziyor toprağı Hayal kuruyor akşam ayazında. Bayat ekmek iki saat sonra... Ara sıra babasıyla vedalaşıyor Bulutlarda... Uykusu gelmiş derinden Dizine çıkan morluktan habersiz. Köşe başında hissiz Yetim Osman. Bir yaşasa anası Beş ayca dayansa bir... Biri yaklaşıyor köşe başına Ağır ve sessiz Bir şeyler fısıldıyor kulağına: -Başın sağ olsun Osman Son kez bakıyor bulutlara Babasına, anasına... Sonra...! Beş ay değilmiş hayat Hepsi beş dakka... O şimdi öksüz Osman Hayalleri kadar zengin Gidiyor son yolculuğa. Kısa sürdü öksüzlüğü Hepsi beş dakka... 10:30 20/06/2002 Hayrettin POLAT